Duygusal Dayanıklılık Hakkında Gözden Kaçırdığınız 3 Gerçek

    Duygusal dayanıklılık genellikle bireysel bir zırh olarak düşünülür. Oysa bu, buzdağının sadece görünen kısmıdır. Asıl güç, bu zırhın görünmez bir şekilde içinde bulunduğumuz aile, takım ve organizasyon gibi sistemlerin tamamına yayılan dalga etkisinde gizlidir. Bu yazı, kişisel sandığımız bu özelliğin aslında ne denli kolektif bir güç olduğunu üç çarpıcı gerçekle ortaya koyuyor.

1. Duygusal Dayanıklılığınız Bulaşıcıdır: İyi de Kötü de

    Duygusal dayanıklılığı yüksek bir birey, çevresindekiler için adeta bir "kutup yıldızı" görevi görür. Sizin zorluklar karşısındaki metanetli duruşunuz, diğer insanlara sessizce ilham verir ve onların da benzer durumlarla başa çıkabileceklerine dair özgüvenlerini artırır. Bu etki özellikle liderlik ettiğiniz kişilerde somutlaşır; örneğin çocuklarınız sizden etkilenir. Duygusal dayanıklılığınızı gördüklerinde, sizin gibi olmak için sadece davranışlarınızı değil, bazı zihniyet ve beceri modellerini de kopyalamaya başlarlar.

    Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Düşük duygusal dayanıklılık da bulaşıcıdır ve ne yazık ki olumsuzluğun yayılma hızı genellikle daha yüksektir. Düşük bir dayanıklılık seviyesi, etrafınızdaki insanların enerjisini çalar, motivasyonlarını kırar ve genel atmosferi hızla aşağı çeker. Bu bulaşıcı etki, duygusal dayanıklılığı kişisel bir zafer olmaktan çıkarıp, doğrudan sistemsel bir sorumluluğa dönüştürür.

    Ben birey olarak duygusal dayanıklılığımı yükselttiğimde şunun farkındayım. Etrafımdaki insanlara ilham veren bir lidere de dönüşüyorum.

2. Bu Kişisel Bir Mesele Değil, Sistemsel Bir Sorumluluktur

    Duygusal dayanıklılığı geliştirmek sadece kendimize karşı bir görev değil, içinde yaşadığımız sistemlere (aile, iş takımı, şirket) karşı da bir sorumluluktur. Sizin duygusal durumunuz, o sistemin genel "iklimini" ve "kültürünü" doğrudan şekillendirir. Buna sistem düşüncesinde "interconnectedness" (her şeyin birbirine bağlı olması) denir ve bu durum, adeta bir "hale etkisi" yaratarak sizin duygusal durumunuzun bütün ortama yayılmasına neden olur.

    Bu sorumluluğun farkındalığı, etkinin zincirleme reaksiyonunu da anlamayı gerektirir. Sadece sizi görenleri değil, sizin etkinizle güçlenen o insanların gidip başkalarını da pozitif yönde etkileyeceğini bilmelisiniz. Bu nedenle, yarattığımız etkiden sorumlu olduğumuzu anladığımızda, duygusal dayanıklılık kişisel bir gelişim hedefi olmaktan çıkar ve kolektif bir iyiliğe hizmet etme aracına dönüşür.

    Yarattığım etkiden sorumluyum. Bu yarattığım etkinin sorumluluğunu düşünerek de sadece kendim için değil çünkü tek başıma yaşamıyorum o sistemin içinde...

3. En Büyük Motivasyonunuz, Taşıdığınız Sorumluluk Olabilir

    Zorlandığınız anlarda kendiniz için ayağa kalkacak gücü bulamadığınızda, sisteme karşı duyduğunuz bu sorumluluk bilinci en büyük motivasyon kaynağınız olabilir. Bu sorumluluk, duygusal dayanıklılığınızı yüksek tutmak için güçlü bir "kaldıraç etkisi" yaratır. Örneğin, bir ebeveyn sırf "çocuğum beni böyle görmesin" diyerek kendini toparlayabilir. Benzer şekilde, kötü bir gün geçiriyor olsanız bile önemli bir toplantı öncesi silkelenip daha dirayetli bir duruş sergilemeyi seçebilirsiniz.

    Bu durum, duygusal dayanıklılığın pasif bir özellik değil, bir lider olarak içinde bulunduğumuz sisteme hizmet etmek için her an yapabileceğimiz aktif bir "seçim" olduğunu kanıtlar. İçinde bulunduğumuz sisteme karşı hissettiğimiz sorumluluk bir yük olmak yerine, bizi zor zamanlarda yukarı çeken, daha iyi bir versiyonumuza ulaşmamızı sağlayan bir güce dönüşebilir.

    Görüldüğü gibi, duygusal dayanıklılığımız parmak izimiz gibidir; dokunduğumuz her sisteme (aileye, takıma, şirkete) silinmez bir iz bırakır. Bu izin niteliği ise bize aittir. Bu, bir yük değil, etrafımızdaki dünyayı bilinçli olarak şekillendirme gücüdür. Bu güçle, sormamız gereken tek bir soru kalıyor: Peki siz, bugün içinde bulunduğunuz ortama nasıl bir katkı sunmayı seçiyorsunuz?

Yorum Gönder

0 Yorumlar